Sayfalar

17 Mart 2011 Perşembe

Siyah Süt - Elif Şafak


Bütün kadınlar bir şekilde post-natal sendrom hakkında birşeyler duymuşlardır. Hamile kadınlar mutlaka duymuşlardır.

“Siyah Süt” adı nedeniyle insanlara ilk başta çok itici bir kitap izlenimi veriyor özellikle de eğer hamileyseniz. Nitekim bu kitabı okuduktan sonra tavsiye ettiğim insanlarda önce ismiyle alakalı, sonra da post-natal sendromla alakalı olduğu için okumak istemedikleri izlenimini edindim.

Ben kitabı, hamilelikten sonra böyle birşey yaşar mıyım? beni neler bekliyor acaba diye merakımla okumuştum açıkcası. Okumaya başlamadan önce de, acaba beni olumsuz etkiler mi? canımı sıkar mı?, diye düşünmedim değil. Hem de Elif Şafak’ın hiçbir kitabını henüz okuma fırsatı bulamamış, tarzını bilmiyorken….. Okuduktan sonra da, iyi ki de okumuşum, demiştim. Sonra da, Nevzat’a okutmuştum. Lohusalık dönemimde bana göstermiş olduğu anlayış ve yardımlardan dolayı, kitabın faydası olduğunu düşünüyorum.

Kitabı okurken bir kere çok eğlendim. İlk çocuğunu doğuran bir anne ve doğum sonrası tam tamına 10 ay süren post-natal sendromu sırasında yaşamış olduklarıyla alakalıydı. Bu anne yazar olunca, tabi ki kitapta bol bol tanıdığım ya da tanımadığım yazarların hayatlarından kesitler okuma fırsatım oldu. Onların hayatlarına Elif Şafak’ın bakış açısını, o yazarların bilmediğim kadınca, erkekce yönlerini gördüm. Sevgi Soysal’ın Tante Rosa kitabıyla tanışmam da Elif Şafak sayesinde oldu. Tante Rosa’da Sevgi Soysal herşeyi bırakıp gidebilen bir karakter yaratmış “Bir mektup bıraktı Tante Rosa arkada üç çocuk bıraktı, biri emzikte, kaz kızartması ve elma pastası yapmasını, yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızı bıraktı. Margarita ekili bir küçük bahçe, tahta merdievenli, yüksek tavanlı, çalar saatli bir ev bıraktı, her Pazar sabahı kiliseye giden, he Pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bıraktı, şapka giyen komşu kadınları, sümüklü çocuklarını bıraktı, onların kocalarını, onların da kaz kızartmalı hayatlarını bıraktı, kiliseyi bıraktı, çan seslerini, org seslerini, noel şarkılarını bıraktı, kiliseden dönen çocukların attığı kar topuyla delinen camı tıkadığı sol memesini, yüreğini yağ tabakasıyla örten sol memesini bıraktı. Gitti.”

Bu sendromu tüm kadınların şiddetleri farklı olarak yaşadığını öğrendim. Hangi sosyal gruptan olursan ol bu sendromu yaşayıp yaşamama garantin yok. İlk çocuğunda yaşamamışsın, ikincide yaşamayacağın garantisi de yok.

Kitapta, bu annenin içindeki yani aslında hepimizin içindeki kadınları minyatür bir şekilde canlandırıp, bunları birbiriyle kavga ettirmiş Elif Şafak. Bu kadınların hepsini çok sevdim ben. Kitabı okurken bazen hangisini daha çok sevdiğimi sorguladım ama kitap bittiğinde gördüm ki, hepsinin birbirine ihtiyacı var... hepsi birbirini besliyor ve hepsi bizim olan kadınlar bunlar. Belki çoğumuz bu kadınların içimizde olduğundan haberimiz bile yok.

Diğer sizi eğlendireceğini düşündüğüm bölüm “Evde Kalmış Kız Manifestosu” Gerçekten çok eğlenceliydi.

Yazarın, pospartum depresyon günlerini en güzel anlatan cümlesi ise “Hamilelik bir nehirdi, lohusalık ise bir denizmiş. Öyle engin bir denizmiş ki kıyının ne tarafta olduğunu anlayamıyorsun. Suların mavisi öylesine ele geçirmiş ki ruhunu, bir daha medeniyete dönebileceğini, eskisi gibi olabileceğini sanmıyorsun.”

Ana fikir olarak, hamilelik ve anne olmak hormonların da etkisiyle hepimizi korkutabilir, bizi artık sonu olmayan fedakarlıklar silsilesinin içine itmiş olabilir. Bu bizi, kendimizi, sevdiklerimizi acımasız bir şekilde sorguladığımız dönemde sonunda anlıyoruz ki, herkes kendi seçtiği yolda doğruyu seçmiştir. Kimisi yazarlığı seçer, hayatı boyunca bir çocuk sahibi olmayı istemez, kimisi çocuk doğurarak eski hayatından fedakarlık eder, kimisi ikisini de yürütür, herkesin seçimi kendi hayatının akışında doğrudur. Anais Nin’in dediği gibi: “Yaşadığımız hayatın ne denli geniş ya da dar olduğu bizim taşıdığımız cesarete bağlıdır”

Ve yazarın depresyon sırasındaki şu çığlığını çoğu kadın anne olduktan sonra içinden ya da dışından söylemiştir. “Okumaz oldum, yazamaz oldum. Ne okuması ne yazması, düşünemez oldum.”

Bu kitabı okuyarak, hepimizin iç sesleri, Pratik Akıl hanım, Can Derviş hanım, Hırs Nefs hanım, Sinik Entel hanım, Anaç Sütlaç hanım, Saten Şehvet hanım ve tabi ki Lord Poton nam-ı diğer Post-natal deprasyonla tanışmanızı tavsiye ederim.

3 yorum:

  1. Okumadim henüz bu kitabi ama merak etmiyorda degilim.Elif Safagin ASK kitabini siddetle tavsiye ederim :)

    YanıtlaSil
  2. Çok severek okudum. ama post natalden çok annne olma konusunda yaşadığı kararsızlık daha ağır basıyo.

    YanıtlaSil
  3. evet Havva aslında kitabın çıkış noktası kesinlikle bu. Ama bu post natalında birçok nedeni var sanırım. Buda onlardan biri.

    YanıtlaSil